Alibaba'ya Mektup 1

22.12.2019 18:20

Sevgili Kardeşim Alibaba,

 

Hani geçenlerde seni arayarak “Ben, Ahmet Çıtak, Bedri Tokul olarak bizler, yarın Eskişehir’de buluşup birkaç günü birlikte geçireceğiz. Ahmet İstanbul’dan, Bedri Abi Isparta’dan gelecek. Sen de Ankara’dasın eğer müsaitsen birlikte gidelim, birkaç gün arkadaşça kardeşçe vakit geçirelim” demiştim. Sen de “Çok teşekkür ederim, Abi bu aralar işim çok yoğun, gelmem mümkün değil” demiştin ya. Baştan söyleyeyim çok şey kaçırdın.

 

Ben ertesi gün hızlı trenle Eskişehir’e gittim. Saat 11.00 gibi indim. Ahmet sabah erken çıktığı için benden önce gelmiş. “Odunpazarı çıkışında bekliyorum” dedi, orada buluştuk. Bedri Abi direkt araba bulamadığı için Afyon üzerinden aktarmalı gelip saat 13.30 gibi Eskişehir’de olacakmış. Bir yerde oturup çay içtik sohbet ettik Ahmet’le. Sonra Bedri Abiyi almaya otobüs terminaline gittik.

 

Ahmet’le biz daha önce Ankara’da birkaç defa görüşmüştük ama Bedri Abiyle ilk kez görüşeceğiz. İkimizde heyecanlıyız. Gelen otobüsleri görecek şekilde oturuyoruz. Ahmet “Abi biz bekledik, bekledik gelmeyince gidiyoruz” mesajı gönderdi. Gülme mesajları.

 

Bedri Abinin bahsettiği firmanın otobüsü perona girince biz de yanaştık.

 

Otobüsten ilk o indi. Kulaklarına kadar gülüyor. Gözlerinin içine kadar gülüyor. Ufak tefek, başkasına bu kadar yakışmayacak kadar inadına kel. Bedri Abi, sarıldık öpüştük, ben kel’den öptüm..

 

Ahmet tümden hazırlığını yapmış, programlamış. Hazır kıta.. Ne kadar tedbirli, prensipli hayran kaldım. Önceden söylediği gibi yolumuz Yedigöller ve Abant. Arabası ağzına kadar dolu. Bagaj dolu, arka koltuğun yarısı dolu. Arabada ne yok ki..! Çadır mı dersin, seyyar masa sandalye mi dersin, kap kacak, uyku tulumları, mangal, semaver, çay takımı neler neler. Yok yok yani.

 

Bozüyük’te yemek falan yedik.

 

Bozüyük, Bilecik üzerinden Sakarya’nın oralarda otobana çıktık. Ankara istikametine döndük. Ahmet uykum geldi diyor, direksiyona ben geçiyorum ama muhabbet gırla gidiyor Ahmet’in uyuması ne mümkün. Ben yakındır sanıyordum, Eskişehir’den Yedigöller’e epeyce mesafe varmış meğerse. Bolu’ya gelmeden hava iyiden iyiye karardı. Otobanda Yedigöller sapağını kaçırdık. İleriden döndük, Bolu’nun içinde epey turladıktan sonra yolu bulabildik. Ahmet “Bolu Yedigöller arası 40 km ama çok virajlı. O yol 1 saat 20 dakika falan sürüyor” diyor ama ne yalan söyleyeyim ben “içimden 40 km yol o kadar sürer mi” diyorum.

 

Birkaç değişimden sonra arabayı yine ben kullanıyorum. Virajlar, virajlar. İnanır mısın araba zor manevra yapıyor, o derece viraj. Habire yokuş çıkıyoruz. Çık babam çık. Hakikaten yol bitmiyor. “Sabaha varabilir miyiz” şakalaşması. Buraya Mengen tarafından da geliş varmış ama o yol çok daha berbatmış, stabilize imiş. Ahmet aman aman diyor.

Sonra yol inişe geçti. Yine virajlar. Etraf karanlık, farın ışıttığı yerden başkasını görmek imkânsız. İçimden diyorum ki, ’şu gece vakti gittiğimize değse bari, daha kolay bir yerde konaklayamaz mıydık..?!! ’

 

Nihayet vardık. Bolu’dan çıktığımızda saate bakmamıştık ama Bedri Abi tam o esnada oğluyla telefon konuşması yaptığından hareketle 1,5 saatte geldiğimizi tespit ettik.

 

Ahmet önceden birkaç defa geldiği için biliyormuş. “Şurası kamp alanı” dedi. Başka kampçılar da var. Görebildiğimiz kadarıyla 10-15 çadır kurulu. Etraf karanlık kampçıların ışıklarından etraftaki ağaçlar belli oluyor. Biz de uygun bir yer seçtik. Ahmet “şurası göl” dedi. Üzerini yapraklar bürümüş. Söylemese dümdüz yürüyüp gider insan. Gölle aramız 3 metre..

 

Ahmet’in arabada ne ararsan var maşallah. Seyyar bataryaları kullanarak ağaçtan ağaca çevremizi ışıklandırdık. Bir anda düğün evi gibi pırıl pırıl oldu her yan. Mangalımızı yaktık. Mangal kendine gelinceye kadar kamp çadırını kurduk. Çadır dediysem öyle ufak tefek bir şey değil, kocaman. Ufacık torbasının içinden çıkan çadıra bak birader. Ben Suriye’ye çok gelip gittim. Bu büyüklükteki çadırlarda 10 kişilik aile kalıyor çoluk çocuk. Hem bu daha modern ve pratik.

 

Bedri Abiyle ben salata falan yapıp sofrayı hazırlarken Ahmet mangalda bir çipura yaptı, vay anam vay.. İstanbul’dan özel almış bizler için sağolsun. Ben hayatımda öyle balık yemedim.

 

Sohbet, muhabbet, espriler.. Gül Allah gül. Bedri Abi ayrı nüktedan, Ahmet ayrı.. Sohbet seviyeli, konuşulanlar dinlenir cinsten. Senin de kulaklarını çınlattık. Defterden, edebiyattan, şiirden, insanlardan konuştuk. Bizde bir “Gulümmm” türküsü, bir Gulümmm (m’yi özellikle uzatacaksın) şiiri sorma gitsin..

 

“…..

Saçların uçuşsun varsın başında

aŞkı okuyayım hilal kaşında

Sen taze fidan kal yirmi yaşında

Hep yaz-bahardasın güzüm yok Gulümmm..”

 

Zaman nasıl geçti anlayamadık. Gece saat 02.00 falan oldu. Ben çok üşüyen biriyim. Kasım’ın ortalarındayız ama pek üşümedik. Hele Ahmet’le Bedri Abinin maşallahları var.

 

Etraf öylesine sessiz ki, öylesine temiz hava ki..

 

Gece burada, kampta kalacağız ama bir taraftan da korkuyorum üşümekten. Ahmet Arabada yatacak. Bedri Abiyle çadıra girdik, uyku tulumlarını çektik üzerimize, yattık şişme yatak üzerine. Şişme yatak, pompası, şişme yastık, altına serilecek halı minderler, neler neler varmış arabada. İlk kez uyku tulumunda uyuyacağım. Filmlerde falan görüyoruz adamlar uyku tulumunun içinde resmen karın üzerinde yatıyorlar. Oldum olası onları gördükçe içim “bırr” ederdi. Ben uyku tulumuyla yetinmedim. Ne buldumsa üzerime örttüm.

 

Üşümeyi bırak sabah kalktığımda terlemiştim bile..

 

Bitti mi..?

 

Bitmedi..!

 

Devamını öbür mektupta anlatacağım..

İkinci mektupta Yedigöller ve Abant’ın güzelliklerini,

Üçüncü mektupta da yaşadığımız çok ilginç bir olayı anlatmak istiyorum..

 

Şimdilik hoşça kal Kardeşim. Selamlar..

 

Suat Zobu

 

* Yazımı güne layık gören seçki kuruluna teşekkürlerimle...

 

.

Edebiyat Defteri